Dink kararı, hukuk tarihimizde kara bir leke olarak kalacak
bir ibret vesikası. Önyargıyla verilen mahkeme kararları için mükemmel bir
örnek.
Hrant Dink, Ermenice ve Türkçe yayın yapan, asıl muhatabı
Türkiye’deki Ermeni cemaati olan Agos gazetesinin başyazarıydı. Bir aktivistti.
Ermeni-Türk ilişkileri üzerine kafa yormuş, çokça yazmış, çokça konuşmuştu. 2004
yılının ilk aylarına yayılan 11 hafta boyunca Agos’ta kaleme aldığı yazı
dizisinde yer alan bir cümle üzerinden kopartılan fırtınada ‘hainlik’le, ‘Türk
düşmanlığı’yla suçlandı, hakkında Türklüğe hakaretten ceza davası açıldı ve
suçlu bulundu.
Dink’in tartışma yaratan cümlesi şuydu: “Türk’ten boşalacak o
zehirli kanın yerini dolduracak temiz kan, Ermeni’nin Ermenistanla kuracağı
asil damarında mevcuttur”.
Cümleyi ilk okuduğumda kafamın karıştığını itiraf etmeliyim.
Bu cümleyi şimdiye kadar belki de bine yakın hukukçu karşısında okudum ve hiç
de azımsanmayacak sayıda dinleyicim ilk hamlede bir hakaret tespit etti. Köşe
yazarı da öyle yapmıştı, savcı da, ilk derece mahkemesi hakimi de.
Hâlbuki Türk’ün damarından boşalacak kanın yerini Ermeni’nin Ermenistanla
kuracağı damardan temin etmenin hiçbir anlamı yoktu. ‘O zehirli kan’ın hangi anlamda zehirli olduğu
bilinmeden cümleye anlam verilemezdi.
‘Zehir’in de ‘kan’ın da metafor olduğu düşünülse, esasında başka bir
şeyden bahsedildiğini ama bu cümleden tek başına anlam çıkmayacağını söylemek
mümkün olabilirdi. Okuyanların zihninde canlanan ‘Türk düşmanı Ermeni’ imgesi
cümlenin anlamını düşünmeye engel oluyordu.
Üstelik söz konusu cümle, uzunca bir yazı dizisinde yer
alıyordu. Ama Şişli 2. Asliye Ceza Mahkemesi yazıların bütününe bakmayı açıkça reddetti.
Savunmayı, bilirkişi raporlarını, mütalaaları herhangi bir gerekçe göstermeden
geçersiz saydı. Mahkemeye göre okuyucuların ‘bütün gazeteleri okuma
zorunluluğu’ yoktu. O yüzden de kanın kime ait olduğunu ve hangi anlamda
zehirli olduğunu araştırmadı. Yazarın ne dediğini tek bir cümleye bakıp hemen
anlamıştı.
Sadece bu cümleye bakan ama cümlenin anlamına dair hiçbir
açıklama yapmaya gerek görmeyen mahkeme sanığın suç işleme kastını başka bir
yerde aradı: Hrant Dink Ermenilerin ulusal bilincini geliştirmeye çalışıyordu.
İlk derece mahkemesinin kararı Yargıtay 9. Ceza Dairesi
tarafından onandı. Daire’ye göre Dink’in Türklüğe hakaret ettiği konusunda
kuşku yoktu. Cümlenin ne anlama geldiğini söylemedi daire ama “Suça
konu yazının yayımlandığı mevkute, sanığın mevkutedeki konumu, hitap edilen
kitle, yayımlanma amacı ile hitap edilen kitle tarafından algılanma biçimi de
gözetilerek, dava konusu yazı dizisi bir bütün olarak ele alınıp
değerlendirildiğinde” suç ortadaydı işte.
Yargıtay 9. Ceza
Dairesi’nin kararına Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itiraz etti. Uzun bir
itiraz metniydi ama Başsavcılığın yaptığı, daha doğrusu yapabildiği çok basit
bir şeydi: Dink’in yazılarını okuma zahmetine girmiş ve tartışmalı cümlenin
anlamının Türklüğe hakaretle uzaktan yakından alakası olmadığını göstermişti.
İtiraz üzerine karar Yargıtay Ceza Genel Kuruluna gitti.
Kurul onadı kararı. Ama Kurul, ilk derece mahkemesi kararının gerekçelerine
katılmıyordu. Kurula göre yazıların hepsi
okunmalıydı. Ayrıca Lozan Antlaşmasının güvence altına aldığı Ermenilerin
ulusal bilinci üzerinde çalışmak suç sayılamazdı.
Kurul yine de Dink’in Türklüğe hakaret ettiğine kanaat
getirdi. Cümlenin anlamı üzerinde durmadı ve suç kastını başka bir yerde aradı:
Dink yazılarının bir yerinde Türk-Ermeni ilişkisinde Türklerin paranoyalarıyla,
Ermenilerin ise travmalarıyla hareket ettiğini söylemişti. Bir de 1915
olaylarında Ermenilerin yaşadığı drama ilgi göstermemeyi vicdansızlık olarak
nitelemişti. Kurul bu gerekçelerin cümlenin anlamını nasıl etkilediğini
açıklamadı. Ama bu ifadelerin varlığının, tartışma konusu cümlede Türklüğün
aşağılandığını gösterdiğini söyledi.
Oysa Dink’in yazıları üstünkörü bir okumayla bile şunu
söylüyordu: Ermeniler, daha doğrusu diaspora Ermenileri kimliklerini Türk
düşmanlığı üzerine inşa ediyordu ve damarlarında, yarattıkları düşman Türk
imgesi dolaşıyordu. Ermeni kimliğinin sağlıklı bir şekilde yeniden inşa
edilmesi için Ermenilerin bu Türk düşmanlığıyla zehirlenmiş kandan kurtulması
ve boşalan yeri Ermenistanla kuracakları bağlantıyla edinecekleri yeni, taze ve
temiz kanla, yani yeni bir kimlik ve amaçla doldurmaları gerekiyordu. Yani
zehirli olan kan Türk’ün değil, Ermeni’nin kanıydı. Zehrin anlamı, ‘düşman
Türk’ takıntısıydı. Ne Türk'e ne Ermine'ye hakaret ediyordu Dink. Kalemi kuvvetliydi. Metaforlarla konuşuyordu. Okuyucularının metaforlarla, imgelerle düşünemeyeceğini öngörememişti.
Türkiye bu karar nedeniyle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nce
tazminat ödemeye mahkûm edildi.
Suçu sabit bulan Yargıtay 9. Ceza Dairesi başkanı daha sonra
Yargıtay başkanı seçildi.
Karara imza atan Ceza Genel Kurulu üyesi bir hakimimiz ise
Ombudsman oldu. Dink kararı kendisine hatırlatıldığında, önce o davada Hrant
Dink’in yargılandığından haberi olmadığını söyledi; sonra da o dönemki ifade
özgürlüğünün söz konusu kararı vermeyi gerektirdiğini.
Hâlbuki sorun, ifade özgürlüğü sorunu değildi; önyargılar
olmaksızın bir metne anlam verilebilse, yeterdi.